osmanlı’da kahvehaneler — III; kahve ve kahvehane yasaklarıyaptırımlar

muhammed ali can
9 min readJun 17, 2018

--

Konukseverlik simgesi olan “kahve”nin, gündelik hayatımıza girmesi kolay olmamıştır. Kadılar kahvenin haram olup olmadığına; hekimler de uyuşturucu olup olmadığına karar verebilmek için büyük tartışmalar yapmışlardır.

Ralph S. Hattox, kahvenin İslam’ın kutsal mekanlarına XV. yüzyılın sonlarına doğru (1490) girdiğini ve çok geçmeden bir caminin yanında ilk kahvehanenin ortaya çıktığını kayıt düşmüştür. Bu mekanların cami etrafında kurulması, toplumsallaşmasında ve yayılmasında oldukça etkili olmuştur. Mısır’da yayılması da aynı zamanlara rastlamaktadır. Muhtemelen XVI. yüzyılın başlarında Kahire’de El-Ezher’in ve camilerin çevresinde, giderek nihayet Kahire’nin bütün sokaklarında kahveler açılmaya başlamıştır. Gelibolulu Mustafa Ali, “Halatü’l-Kahire Mine’l-adati’z-zahire” adlı eserinde temcid vaktinde uyanan Mısır halkının seher vaktine kadar uyumadığını; ilk olarak kahvehanelere, ardından da mescitlere ve camilere gittiklerini kaydetmektedir.

Kahve önce Mısır’da daha sonra da çevre sokak ve mahallelerde, camii çevresinde yayıldıktan sonra hiç kimse bu alışkanlığa karşı açıktan bir tepki koymamıştır. Kahve’nin İslam’ın kutsal mekanı Mekke’de yaygınlaşması ve Harem-i Şerif’te içilmesi bile tepki çekmemiştir. Hatta neredeyse zikir ve mevlidlerin vazgeçilmez ikramı haline gelmiştir. Ancak kahve ile ilgili olarak ilk yasaklama girişiminin 1511’de Mekke’de gündeme geldiği de söylenmektedir:

“… “Umdetü’s-Safve fî Hilli’l-Kahve” adlı eserinde aktaran Abdülkadir b. Muhammed el-Ceziri’ye göre, Mısır’da ilk olarak XVI. yüzyılın ilk on yılında el-Ezher Camii’nin Yemenlilerin bulunduğu revaklarında içilmeye başlanan kahve, zamanla yaygınlaşarak uzun müddet itiraz görmeden içilmiş ve satılmıştır. Fakat ne zaman ki Mekke’de tanınıp Mescid-i Haram’da içilmeye başlanmış, işte o zaman tartışma çıkmıştır. Nitekim Mekke’de 917/1511–12 senesinde kısa bir süre kahvenin içilmesi ve satılması yasaklanmış 932–933/1525–1527 yılları arasında da kahvehaneler kapatılmıştır. 939/1532–33 yılına gelindiğinde ise, kahve tartışması bu sefer Mısır’da başlamıştır. Zira bu yılda el-Ezher vâizi ġihâbüddin es- Sunbati’ye kahve hakındaki fikri (kavli) sorulmuş, o da “müskirdir” (sarhoş edici) diyerek kahvenin haram olduğu cevabını (fetva) vermiş; hatta bu geniş cevabında kahve içenlerin ve satanların ihbarını bile helal saymıştır. Aradan iki yıl geçtikten sonra 941/1534–35 yılında es-Sunbati’ye bu defa vaaz meclisinde kahve meselesi arzedildiğinde, o yine kahvenin haramlığına fetva vermiş ve el-Ezher Camii’ndeki vaazlarında bu görüşünde ısrar etmiştir. Onun bu fetvasını duyan “avamdan bir topluluk” ise, “taassub” hareketine girişerek hâkim emri olmaksızın “mücerred avâmî özelikleri”nin sevkiyle rastladıkları kahvehânelere saldırmış, orada bulunan kapları kırmış ve topluluğu dövmüştür.”

1511 yılında Mısır’da kurulmuş bir Türk devleti olan Memluklerin sultanı Kansu Gavri tarafından Mekke muhtesibi olarak atanan Hayır Beğ el-Mimar, önde gelen ulemayı toplayarak kahvenin haram olduğuna ilişkin bir fetva almıştır. Gerçi Mekke müftüsü bu fetvaya imza atmamıştır. Ancak Hayır Beğ, aldığı fetva ile kahve stoklarını yakmış, kahvehaneleri kapatmış ve kahve içenleri cezalandırmıştır. Topumsal alışkanlıkların değişmesinin bazı çevrelerde reaksiyon doğurması elbette ki kaçınılmazdı. Bu çevreler İslam adına kendi düşüncelerindeki din anlayışını başkalarına dayatmak yolunu seçmiş ve insanlar üzerinde bu şekilde tahakküm kurmayı seçmişlerdir.

Osmanlı geleneksel toplum kültürünü şekillendiren, saray, medrese, cami dışında, “sivil” bir anlayışla ortaya çıkan kahvehaneler, XVI. ve XVII. yüzyılların İstanbul’unda, pek sık rastlanmayan bir tepkiyle karşılaşmıştır.

Osmanlı’da ilk yayılmaya başladığında kahveye, önceleri, tıbbı açıdan vücuda zararlı bir madde olarak bakılmış, daha sonra bu anlayış, dinsel bir mahiyete bürünmüş ve yasaklanmalarda, bu dinsel içerik çoğu zaman gerekçe olarak kullanılabilmiştir.

“Aleyhte konuşanlar ve fetvalardan şarab gibi kahve de bilerek ve bilmiyerek çok fena sayılmış ve men’i cereyanı kuvvetlendirmiştir. Buna her halde daha kuvvetli bir içtimai sebep olmalıdır. İşsiz taifesi, geri kafalı ve bir takım serseri yaratılışta bazı rezillerin ufak tefek hadiselere de sebep olarak toplandıkları yerler olmasından ve bazı uygunsuz toplulukların devlet ve memleketin emniyetini selb edecek hareketlerde bulunabilmeleri ihtimali, hatta bazı misalleriyle tebeyyün etmesinden bu gibi toplantılara haklı olarak hükümet mani olmak istemiş ve kahvenin güya mazarratı gibi gösterilmek istenmiştir.

İşte yasak edilmek istenen bu gibi toplantılara kahve bahanesi ile sığınak olabilecek kahvehanelerdir.”

Osmanlı Devleti’nde kahvenin içilmesinden çok kahvehanelerin merkezi otoriteye karşı bir eleştiri odağı olmasıyla ilgili olarak buralarda uygulanan ilk yasaklama, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520–1566) Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin kahvenin haram olduğu yolunda verdiği fetvalar aracılığıyla olmuştur.[9] Kahvehanelere gösterilen ilgi sonucu dehşete düşen din adamlarının da Şeyhülislam’ı yalnız bırakmayarak ve bu içeceğe cephe aldıkları görülmüştür. Ne olduğu tam olarak bilinmeyen bu yeni madde, uyuşturucu muamelesi görmüş ve Kur’an’da hiçbir bilgi yer almamasına rağmen sözde kömürleşme derecesinde kavrulan her şeyin Müslümanlık’ta haram sayılacağı bahanesiyle Seyhülislam Ebussuud Efendi ve din adamlarınca yasaklanmıştır. Bir rivayete göre ise yine bu dönemde kahve taşıyan gemiler dipleri delinerek batırılmıştır.

Kanuni Dönemi’nden farklı olarak bazı tarihçiler ilk kahve yasağının uygulandığı devre olarak III. Murat (1574–1595) dönemi’ni gösterseler de, Ekrem Işın eldeki tarihi bilgilerin ve fermanların bu yasağın II. Selim (1566–1574) zamanında uygulandığını gösterdiği vurgulamaktadır:

“Kahvehaneler İstanbul’da sür’atle çoğaldı ve yayıldı, işsiz güçsüz takımı, bilhassa kadı ve müderris ma’zulleri vakit geçirmek için kahvehanelere devama başladı; mahallelerde imamlar, müezzinler, hatta büyükçe rütbe ve mansab sahipleri bile kahvehane müşterisi oldular. Kahvehanelerin halk ile dolup boşalması, bilhassa gençlerin, hatta tüysüz çocukların kahvehanelere girip çıkması, bazı müteassıb ulemayı kahvehaneler aleyhinde harekete geçirdi: ‘Birer mesavi hanedir, kahvehanelere varmaktan meyhaneye varmak evladır’ demeğe başladılar, nasihatlar verildi. Nihayet Üçüncü Murad zamanında; ‘Her ne ki fahim mertebesine vara, yani kömür ola, sırf haramdır’ diye bir fetva verilerek ilk kahve yasağı çıktı; kahvehaneler kapatıldı.”

II. Selim Dönemi’nde 1567 yılında bazı devlet adamları ve ulemanın kahvehaneler hakkındaki olumsuz raporlarıyla geçici bir süre yasaklanan kahve, halkın ve kahve tüccarlarının tepkisiyle kısa ömürlü olmuş, aynı zamanda hazinenin kahveden aldığı gümrük geliri de bu yasağın kalkmasında etkili olmuştur.

III. Mehmet Dönemi’nde (1595–1603) ise kahvehaneler birer siyasi muhalefet merkezi haline dönüşmüştür. Osmanlı’da “devlet sohbeti” denilen iktidar karşıtı etkinliklerin üretildiği kahvehaneler, merkezi yönetim açısından artık tehlikeli mekanları oluşturuyorlardı. Devlet yönetiminin eleştirildiği kahvehanelere yeni bir yasak daha gelmiştir. Kahve satılan ya da içilen yerlerin toplumsal düzeni bozucu ve yıkıcı olduğu görüsüyle bu yasağın ortaya çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla ikinci yasaklamadaki neden, doğrudan yönetim kadrolarının rahatsızlığı, kamusal alanların kullanımı ve düzenlenmesiyle ilgilidir.

III. Mehmet dönemindeki yasaklamaları I. Ahmed (1603–1617) dönemindeki kısmi yasaklamalar takip etmiştir. Tütünle birlikte kahvenin daha da çok yaygınlık göstermesi sonucu bu dönemde Sadrazam Derviş Paşa tarafından uygulanmak istenen kahve yasakları uzun ömürlü ya da şiddetli olmadığı gibi, bunlara riayet de edilmemiştir. Bu yasakların kısa sürmesinde daha önceki dönemlerdeki gibi halkın, tüccarların ve hazinenin tepkisi büyüktür.

Kahvehaneler 1618–1622 yılları arasında padişahlık yapmış olan II. Osman’ın trajik ölümünden sonra isyancıların buluştukları yerler olmuştur.

Kahvehane yasağına ilişkin en şiddetli tepkiler ise II. Osman’ın ardından tahta geçen IV. Murat (1623–1640) dönemi’nde yaşanmıştır. 1600 yılında memlekete tütünün girmesi ve tiryakiliğinin yayılması kahvehanelerin sevkini arttırmıştır. Büyük kahvelere “ayak takımı” şeklinde nitelenen bekarlar giderken, kibar müşteriler ve efendi kimseler de mahalle kahvelerine çekilmiştir. Nihayet IV. Murad Dönemi’nde kahveleri kapatma kararı verdiğinde artık kahvehaneler kentin önemli birimlerinden biri olmuştur. IV. Murad 1633’te kahvede içilen tütün sonucunda çıktışı iddia edilen bir İstanbul yangınını bahane ederek tütün ve afyonla birlikte kahve içmeyi de yasaklamış ve kahve içenlere idam cezası koymuştur. Yasağa rağmen kahve içen birkaç kişi ise idam edilmiştir. IV. Murad İstanbul dışında da kahve ve kahvehane yasağının uygulanmasına önem vermiş hatta anlatımlara göre Edirne’de de yasağı dinlemeyen kahvecilerden birkaçı idam edilmiştir. Her ne kadar IV. Murad yangın bahanesiyle kahvehaneleri kapatma yoluna gitse de Naima bu dönemde kahvehanelere yönelik baskının asıl gerekçesini, bu mekanlarda devlet büyükleri ve siyasi otoritenin eleştirilmesi ve devlet işleri, istifalar, atamalar… gibi devlet sohbetlerinin oluşarak ortalığa asılsız dedikoduların yayılması olduğunu belirtmektedir.

“1043 (1633–34)’de geniş bir sahayı yakan Cibali yangını üzerine Dördüncü Sultan Murad zamanında nerelerde açılmış ise bütün kahvehanelerin yıktırıldığı ve hatta tütün içme yasağının şiddetle tatbik edildiği öğreniliyor. İçilmesinin menine Şeyhülislam Bostanizade’den fetva alınmış, biraz sonra da içilmesine fetva verilmiştir. Mubah olduğu ilan edilince kahvehaneler çoğalmıştır.

Dördüncü Sultan Murad’ın bu şiddeti o zamana göre siyasi bir bahane sayılıyor, çünkü her fırsatta işi azıtanlardan genç Sultan Osman’ın intikamını bu suretle almış oluyor ve çığrından çıkmış olan Yeniçeri eşkiyasını böylece yola getirmek istiyordu. Üçüncü Sultan Murad ve Dördüncü Sultan Mehmed de devletin emniyetini bozacak toplantılara fırsat vermemek için zamanlarında kahvehaneleri kapatmışlardı.”

“Kahvehanelerde zamanları hükümetlerinin yaptıklarını tenkit etme temayülü adeta bir kahvehane siyasiliği meydana gelmiştir. Buralarda vakit öldürmeler haddi aşınca hele münakaşalar esnasında devrilen sobalar, yangınlara sebep olunca dördüncü Sultan Murad bu kahvehaneleri yıktırmış hem de tütün içmeyi yasak etmişti.”

Halil İnalcık, IV. Murad’ın getirdiği kahve ve tütün yasağında Kadızade Mehmed’in de etkisinin olduğunu söylemektedir.

I. İbrahim zamanına (1640–1648) bakıldığında ise, bu dönemde kahvehanelerin hiçbir güçlüğe uğramadan yeniden açıldığı, artık kimsenin kahve ve tütün yasağına aldırmadığı, hatta vezirlerin bile kendilerine çıkar sağlamak düşüncesiyle kahve yaptırıp günde bir iki altına kiraya verdikleri belirtilmiştir. Bu andan itibaren de kahve öylesine yaygın hale gelmiştir ki, imparatorlukta kahvehanesi olmayan bir yer kalmamıştır.

III. Selim (1789–1807) dönemine ait bir fermanda ise kahvehanelerin kapatılması, yıktırılması ve dükkan sahiplerine cezaların verildiğini görmekteyiz:

“Fesât ve şeytan ruhlu takımının icad edip yaydıkları yalan ve uydurmaları hayr ve şerrini bilmez ve yarar ve zararını farkeylemez ahmakân ve eblehân gürûhı dahı kahvehânelerde ve berber dükkânlarında birbirlerine rivâyet iderek had ve vazîfelerinden hâric ve Devlet-i Aliyye’ye dair kelimât söylemeye cesâret eyledikleri ihbâr olundığına binâen o türlü kelâm söylemeye cesâret olundığı tashîh olunan kahvehâne ve berber dükkânları kapatılıp yıkılarak, gerek dükkân sâhibleri ve gerek faydasız ve boş laf söylemeğe cüret idenler yakalanıp ve cezalandırılıp ve sürülmek lâzim gelüp, ancak bir defa eyicek tenbîh ile îkâz itdirilmek merhametle hükmedene uygun olmağla bu defa cümleye tenbîh ve îkâz içün o türlü dükkânlardan en kötü şöhretli olanlar kapatılıp yıkılarak ve sâhibleri sürülüp ve her semtün hakimler ve zâbitlerine başka başka fermân-ı âlî ile tenbîh olunmağla bundan sonra kahve ve berber dükkânlarında ve diğer dükkanlarda ve halkın toplandığı yerlerde ve ricâl-i Devlet-i Aliyye dâ’irelerinde ve hademe ve katipler arasında vazîfesi olmayan devlet işlerine dâir söz söylemeye cesâret ider her kim olur ise yanında bulunanlarla beraber yakalanıp ve diğerlerine ibret için cezalandırılıp ve hükm-i siyâset icrâ kılınmak içün taraf taraf mahsûs tebdîller (hafiyeler) ve tebdîl oldığı bilinmeyecek âdemler ta‘yîn (olunsun)”

Bu fermanda geçen “ancak bir defa eyicek tenbîh ile îkâz itdirilmek merhametle hükmedene uygun olmağla bu defa cümleye tenbîh ve îkâz içün o türlü dükkânlardan en kötü şöhretli olanlar kapatılıp yıkılarak” ifadesi gösteriyor ki, devlet XVI. yüzyılda olduğu gibi XVIII. yüzyılın sonlarında da kahvehaneleri “tehlikeli yer”ler olarak görmeye devam etmiştir. Ancak bu “tehlike”yi önlemek için toptan kapatmak ve yıkmak yerine XVII. yüzyılın ortalarından itibaren hep diğerlerine “ibret olsun” babında tek tek bazı kahvehaneleri kapatarak bir tür yıldırma politakısı izlemeye başlamıştır.

II. Mahmud (1808–1839) döneminde 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması sırasında kahvehaneler bir kez daha kapatıldıysa da, kahve içmek serbest bırakıldı. Ocağın kapatılmasından sonra 1830 yılında ise kahvehane yasağına son verilmiş ve kahvehaneler bir daha kapatılmamıştır. Bu tarihten itibaren kahvenin serbestliğinin saglanmasının yanı sıra kahvehaneleri kapatmak yerine, bu mekanları sürekli gözetim altında tutabilmek için kontrol mekanizmaları geliştirilmiştir.

Osmanlı devlet adamları kahvehanelerde “devlet sohbeti”nin yapılıp yapılmadığını tespit edebilmek için bu mekanlara hafiyeler koymuş ve düzenli olarak bilgi toplanmanın yollarını aramışlardır. Kahvehanelerin yanı sıra, sohbetin olduğu her yerde hafiyeler görmek mümkündür: berber dükkanları, camiler, sokaklar, hamamlar ve evler. Eğer kahvehanede devlet sohbeti yapıldığı ihbarı yapılırsa, kahve kapatılır ya da duruma göre yıkılırdı. Devlet sohbeti konusunda en sıkı uygulama, II. Mahmut döneminde olmuştur. Öyle ki, devlet sohbeti yapan birçok kişi bu dönemde idam edilmiştir.

1800’lü yıllara ait elde bulunan belgelerde, devletin bilgi toplamak için kahvehaneleri kullandığı açık bir şekilde görülmektedir. Bu tarihlere ait belgelerin 2/3’si kahvehanelerden elde edilmiştir.

XIX. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Charles White isminde bir seyyah bazı kahvehane sahiplerinin maaşlı hafiye olduğundan bahsetmektedir:

“Burada mahallenin dedikoduya ve her şeyi bilmeye meraklı olanları hem özel hem de kamu meselelerini konuşmak üzere bir araya gelir. Bu yüzden kahvehaneler polis tarafından gözlenir; ve hatta bir çok durumda kahveciler maaşlı hafiyelerdir.”

Hattox, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa’nın da Kahire’deki kahvehanelere hafiyeler yerleştirdiği söylemektedir:

“Mehmed Ali Paşa yönetiminin Kahire kahvehanelerindeki fitneci unsurlarla baş edebilmek için oldukça nitelikli bir yöntemi vardı. Boşboğazca konuşmaların geçtiği bu halk forumlarından kolayca yararlanılabileceğini kavrayan Mısırlı yöneticiler, başka koşullarda devletin ancak fitnecilerin kötü maksatları başarıya ulaştığında öğrenilebileceği bilgileri toplamak üzere çoğu zaman kahvehanelere hafiyeler yerleştirmekteydi.”

Genel anlamda gözlemlenen tablo ise, kahve ve kahvehanelere ilişkin olarak yasaklar konsa da, kahve tiryakiliği ve kaçak kahvelerin açılması engellenemeyince, yasaklar hep kaldırılmış ve yasaklamaya yönelik girişimlerden hiçbiri başarıya ulaşmamış, her yasak bir süre devam edip ortadan kalkmıştır. Burada esas vurgulanması gereken nokta, kahvehane yasaklarına iliskin dini ya da ahlaki gerekçelerin aslında bazı noktalarda saptırıcı nedenler olduğu, zaman zaman uygulanan yasakların temel gerekçesi ise “her gruptan insanın buralarda toplanarak hükümet ve cemiyet aleyhine dedikodu yapmaları”dır. Ayrıca kahvehanelerde günlük siyasi olaylardan söz edilmesi, hükümetin eleştirilmesi, bazı entrikalar çevrilmesi sonucunda da yetkililer buralara müdahale etmiştir. Çünkü bu durum halkın padişahın tekelinde olan siyasete katılması olarak algılanmış ve mevcut düzen için bir tehlike olarak görülmüştür. Bunun yanı sıra içeri girip çıkanın belli olmadığı kahvehanelerde her türlü söylentinin yayılması aynı şekilde kahvehanelerin toplumsal düzene karşı bir tehdit oluşturması olarak. Güçten düşmek istemeyen iktidar da zaman zaman buralara müdahale etme gereği duymuştur. Hatta kimi sultanların haklarında söylenenleri duymak ve tebaanın şikayetlerini öğrenmek için kılık değiştirip kahvehanelere gittiğinden bile bahsedilmektedir.

--

--

muhammed ali can
muhammed ali can

Written by muhammed ali can

BARÜ - tarih abd & ATAÜNİ - reklamcılık #notdefteri www.malican.me

No responses yet